Bazı şehirler vardır; onlara baktığınızda yalnızca binaları, yolları, meydanları görmezsiniz. Bir ses duyarsınız… Toprak altından yükselen, tarihin, kültürün, acının ve direnişin iç içe karıştığı derin bir uğultu. İşte Aydın da böyle bir şehir: yüzeyde sessiz, sakin, ama katmanlarının altında bin yıllık hikâyeler fısıldayan bir yer. Her taş, her sokak, her eski yapı hafızanın sessiz tanıklarıdır; geçmişin yankıları, geleceğin umutlarıyla buluşur.

“Geçmişten Geleceğe Aydın Sempozyumu” yalnızca akademisyenlerin bir araya geldiği bir toplantı değildi. Bu, Aydın’ın kendi ruhunu dinlediği, kendi hikâyesini yeniden okuduğu bir zaman yolculuğuydu. Şehrin sokaklarında yürürken, duvarlarda yazılı geçmişi, taşlarda saklı acıyı ve meydanlarda yankılanan direnişi hissediyorsunuz. Zaman ve mekân burada birleşir; geçmiş, gelecek olur; şehir, sessiz bir anlatıcıya dönüşür.

Ve o anda anlarsınız: Aydın yalnızca bir şehir değildir. O, tarihin göğsünde atan bir kalptir; kültürün derinliğinde yankılanan bir ses, acının ve direnişin unutulmaz ezgisidir. Her adımda, her bakışta, her nefeste kendini hatırlatır; geçmişle geleceğin, sessizlikle uğultunun, hatıra ile umutların iç içe geçtiği bir yaşam alanıdır. İşte Aydın… Bir şehir değil, bir çağrıdır; dinlemeye cesaret edenler için bir şiir, bir efsane, bir zaman yolculuğu.

Sempozyumun kapıları açıldığında, bir kente değil, bir zamana adım attık. Salonun içi sessizdi; uzaklardan gelen Anadolu rüzgârı, taş duvarlarda hafifçe uğuldayarak salona nüfuz ediyordu. Salon, tarihî bir mabet gibi dingin, fakat geçmişin enerjisiyle titreşiyordu. Her oturumda bir başka çağın kapısı aralanıyor, tarih sayfaları adeta canlanıyor, bizi geçmişin içine çekiyordu.

İlk gün yapılan sunumlar, bizi 13. yüzyılın bozkırlarına, Türkmen-Yörük obalarının ateş başı sohbetlerine götürdü. 1243 Kösedağ Savaşı’ndan sonra Batı Anadolu’da şekillenen karmaşık ve hareketli dünya, salonun içinde yeniden nefes aldı. Sunumların sesinde, o bozkırın rüzgârı, at kişnemeleri ve kamp ateşlerinin çıtırtısı yankılanıyor gibiydi. Tarih yalnızca anlatılmıyor; kültür, çağları aşan bir gölge gibi gözlerimizin önünde canlanıyordu.

Aydınoğulları Beyliği’nin tıbbî bilgeliği ve Menderes Nehri’nin Osmanlı dönemindeki su gibi akan ticaret yolları anlatıldığında, salon sessizliğe büründü. Bu veriler birer rakamdan ibaret değildi; bir şehrin damarlarında dolaşan kanın ritmi, geçmişle bugünü birleştiren bir nağme gibiydi. Her anlatılan, kimliğimizi hatırlama eylemiyle ete kemiğe bürüyordu.

Sonra birden sahne değişti. Yörük Ali Efe’nin gölgesi duvarlara düştü; salon bir anlığına karardı, ardından ışıklarla yeniden canlandı. Halk kahramanının toprağına ve insanına duyduğu sevgi, akademik sunumların soğukluğunu parçalayıp içimizi ısıttı. Devecilerin naraları yankılandı, halk danslarının ritmi adeta zemini titretti, Aydın mutfağının kokusu burunlarımızı sardı. Salon, bir anlığına koca bir folklor sahnesine dönüştü; geçmiş ve bugün, tarih ve yaşam, birbirine karıştı.

Ve o anda fark ettik: Aydın, tarih ile kültürün birbirine yaslandığı, birbirine karıştığı bir yerdi. Her taşında, her rüzgârında geçmişin yankılarıyla bugünün sesi birleşiyor; şehir, yaşamın ve hafızanın kendi melodisini çalıyor, dinleyenlere bir çağrı gönderiyordu. Kimi zaman bir davulun tok sesi, kimi zaman bir nehrin akışı gibi; Aydın, bir şehri aşan, yaşayan bir hikâyeydi.

Sempozyumun ikinci gününde Aydın, bizi bambaşka bir yüzüyle selamladı. Bu kez tarihin dumanlı yollarından değil, antik dünyanın taş döşeli, bilgiyle dolu yollarından yürüyorduk.

Tralleis’in sessiz kalıntıları sanki konuşmaya başladı. Miletoslu filozof Aspasia’nın, Anaksimandros’un ve Hekataios’un düşünceleri, sunumlarda yeniden yankı buluyordu. Bilginin aslında bu topraklardan nasıl doğduğunu görmek hem gururlandırdı hem de büyüledi. Aydın, yalnızca bir tarım kenti değildi; bir zamanlar evreni sorgulayan zihinlerin, yeni kavramların ve düşünce biçimlerinin doğduğu bir mekândı. Bu gerçeği yeniden duymak, bir şehirle kurduğumuz bağın ne denli derin olduğunu gösterdi.

Toplumsal bellek temalı sunumlar ise bizi Aydın’ın modern yüzüne doğru taşıdı. Kahveci Bilal Ağa Konağı’nın kültürel hafızayı nasıl taşıdığı, Adnan Menderes’in kentte bıraktığı mekânsal izler ve yerel dini mekânların toplumsal kimliği şekillendiriş biçimi… Hepsi bir araya geldiğinde, Aydın sadece geçmişiyle değil, bugünüyle de yeni bir anlam kazanıyordu.

Ve bir kez daha fark ettik ki: Her şehir, hafızasında taşıdığı isimler, mekânlar ve hikâyeler kadar yaşar.

Sempozyumun son günü düzenlenen Afrodisias ve Nysa gezisi, akademik bilgiyi bir anda elle tutulur, gözle görülür bir gerçekliğe dönüştürdü. Yüzyıllardır güneşi, rüzgârı, yağmuru üzerinde taşıyan taşların arasında yürürken, insanın içine derin bir sessizlik çöktü.

Sanki her adımda taşların fısıltısı duyuluyordu: “Geçmiş, sandığın kadar uzak değil… Hâlâ buradayım.” Bir bilim insanının anlattığı bir kavramı taşın yüzeyinde görmek, bir filozofun düşüncesini bir sütun başlığında sezmek, bir sanatçının emeğini bir kabartmada hissetmek… İşte bu deneyim, sempozyumun ruhunu tamamladı.

“Geçmişten Geleceğe Aydın” sempozyumu bize sadece bilgi sunmadı; bir çağrı yaptı. Aydın’ın tarihi, yalnızca geçmişin tozlu sayfalarında saklı bir anlatı değil, geleceğe yön verecek güçlü bir mirastır. Bu mirası anlamak, korumak ve dönüştürmek ise bugünün sorumluluğudur. Çünkü bir şehir geçmişini bilmezse, geleceğini inşa ederken hep eksik kalır.

Aydın ise eksik kalmayacak kadar zengin, kendini yeniden var edecek kadar güçlü bir şehir. Bu sempozyum, Aydın’ın ruhuna tutulmuş bir aynaydı. Ve aynaya düşen görüntü bize şunu fısıldadı: “Aydın, zamanın içinden süzülüp gelen bir ışıktır. Onu taşıyan bizler, bu ışığın hem tanıkları hem de emanetçileriyiz.”

Umarım bu sempozyumda sunulan değerli bilgiler kitap haline getirilip bilim adamlarının, tarihçilerin, yazarların, tarihe meraklı olan vatandaşların istifadesine sunulur.

Böyle bir sempozyumun fikir babası olan Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Bülent Kent’i Aydınlılar olarak kutlamak gerekir. Emeği geçen herkese de yürekten teşekkür ediyorum.

15.11.2025

Bekir Aygül

Yazar/Şair

Leave A Comment

Recommended Posts

Uncategorized

Yörüklerin Yaşam Tarzı

Yörüklerin Yaşam Tarzı Bekir Aygül Özet: Çalışma Türklerin kadim geleneğini devam ettiren ve çağımıza taşıyan Yörükler üzerinedir. Yörükler, Türkistan’dan Balkanlara Türk kültür ve değerlerini yaşatan; bu kültürel mirası muhafaza etme bilincinde olan ve toplumsal hafızanın en kuvvetli olduğu Türk topluluklarını oluşturmaktadır. Çalışmada […]

Bekir AYGÜL